1975 yılında, yılın bence en güzel ayı
olan Eylül ayında İstanbul-Bebek’te dünyaya gelmişim…
Sekiz yaşımda birden kendimi, Üsküdar'da buldum ailem radikal bir kararla, Üsküdar’a taşınmıştı.
Tüm çocukluğum ve genç kızlığım
böylelikle Üsküdar da geçmiş oldu, biz geldiğimizde Üsküdar'da sahile sandallar yanaşır, kardeşimle ayaklarımızı denize daldırır, Valide caminin içinde kuş kovalardık. Şimdilerde gittiğimde beton dan başka hiçbir şey göremiyorum.
Nerede yaşadığınızın büyüdüğünüzün önemli olduğunu düşünüyorum. Hayatınızın yapı taşlarını oluşturuyor çocukluk ve gençlik yılları, o ilkeler üzerine kuruyorsunuz sonraki yaşamınızı, türlü anılar beliriyor yaşadığınız yer ve kişilerle ilgili, şimdiler de artık Pendik civarında yaşıyorum. Ama çocukluğumu geçirdiğim yer benim için çok özeldir. Her gittiğimde burnumun direği sızlıyor içim burkuluyor nedendir bilmem…
Aslında düşünüyorum da özlem duyulan
yaşanılan yerin kendisi mi; yoksa yaşanılan zaman zarfı mı?Nerede yaşadığınızın büyüdüğünüzün önemli olduğunu düşünüyorum. Hayatınızın yapı taşlarını oluşturuyor çocukluk ve gençlik yılları, o ilkeler üzerine kuruyorsunuz sonraki yaşamınızı, türlü anılar beliriyor yaşadığınız yer ve kişilerle ilgili, şimdiler de artık Pendik civarında yaşıyorum. Ama çocukluğumu geçirdiğim yer benim için çok özeldir. Her gittiğimde burnumun direği sızlıyor içim burkuluyor nedendir bilmem…
Efendim malum Eylül ayında doğduğumdan Terazi
burcuyum bendeniz.
Bir gün bir yerden Terazi kadınıyla
ilgili bir yazı buldum ve bunu eşimle paylaştım okuduktan sonraki yorumu, “Terazi
burcunu yazmamış bunlar, seni anlatmışlar hayatımcım” demişti. J
Yani o denli taşıyorum özelliklerini
sanata epeyce meyilli sayılırım her türlüsüne tepkisiz ve isteksiz kalamam
burçtan mıdır onu da bilmem ama aynı zamanda titiz düzenli ve tertipli bir
yapıya sahipmişim… (çevredekilerin ifadesi)
Okul hayatım pek planladığım ve isteğim
doğrultuda gitti sayılmaz; psikoloji okumayı çok istedim öyle böyle değil
takmıştım kafayı, bir zamanlar yoğun felsefe ve psikoloji kitaplarına
daldığımdan mıdır? Bilemiyorum. Kazanamadım psikoloji bölümünü, öğretmenlik
kazandım ona da şartlar elvermedi gidemedim.
Sonuçta; yaklaşık 21 yıllık çalışma
hayatım var ve IT sektörüne girdiğim 1992 den beri buradan çıkamadım. En son
Gazi Üniversitesi Bilgisayar Teknolojileri bölümünü bitirdim oturdum, artık
okul okumakla ilgili bir beklentim yok emeklilik planları bile yapar oldum…
Bloğumdan da belki anlaşılır ama yazmaya
bayılırım, senelerce günlük tuttum, şiir yazdım yazarımda halen, sıkıntı,
mutluluk, birine mektup içimden ne gelirse onu yazarım, hatta ciddi ciddi bir
şeyler yazabileceğimi ve o yazdıklarımı paylaşabileceğimi düşünebilecek kadar
da cüretkârım… J
Kitap okumaya bayılırım; şimdilerde de
okuyorum ama çocukken ve genç kızlığımda deli gibi okurdum her şeyi okurdum ansiklopedilere
takmıştım, A dan Z ye kadar harf harf giderdim.
Bir gün başka harfi, diğer gün başka
harfi okurdum. Hangi harfte kaldığımı hiç hatırlamıyorum. Ülkelere merakım o
zamanlardan vardı aslında ansiklopediden bir şehir, bir ülke okur sonra hayallere
dalardım çocuk ruhumla, gidebilecek miyim? Acaba diye düşüncelere dalardım,
dergilerim vardı haftalık okunmadık hiçbir yerini bırakmazdım bütün
bulmacalarını çözerdim. Polisiye romanlar çok okurdum öyle heyecan vericiydi ki;
bölümü bitirene kadar beş dakika bırakmazdım elimden…
Unutmuyorum bir gün annem bakkala
gönderiyor beni, yumurta almaya ama elimde kitap bırakamıyorum. “Tamam,
gidiyorum” dedim; ama hayalet gibi yürüyorum sanırım pek farkında olmasam da; annem
den koca bir terlik yedim kafama, “bırak o elindekini” diye, birde çığlık
şimdilerde o kadar tutkulu değiliz tabi ki ama yine de okuyorum…
Yazmak ve okumak bir bütün bana göre,
çok okuyan birinin hiç yazmadan nasıl durduğuna anlam veremem mesela; konuşmak
bana bazen hiçbir şey, yazmaksa bir coşku bir şelale çoğu zaman…
Öte yandan müzik ruhumdur, sesimdir,
nefesimdir müzik, sesimin az biraz güzel olmasına da güvenerek, tıngırdatırız
karı-koca; biz söyler, biz dinleriz. Mutluyum böyle, gençliğimde birkaç
konservatuvara girme deneyimim oldu eğitim de aldım az biraz neredeyse
giriyordum. :)
Film izlemekte benim için ciddi önem
taşıyan bir hobi, yine eskiden diyeceğim; (çok mu yaşlandım ben yaaa L) filmleri takip etmek kolaydı şu film çıkmış derdik
hemen ver evini sinema her hafta kesin giderdik sinemaya ama ben Kadıköy
Süreyya sinemasına defalarca yalnız gittiğimi de bilirim…
Şimdilerde çıktı ya şu DVD ler sinemaya
gitmez olduk, çok arada sırada gidiyoruz diyebilirim ama tabi eskiye göre çok
ama çok fazla film izliyorum onların hepsi için sinemaya gitsem sanırım iflas
ederdim…
Şimdiler de, fotoğraf da büyük tutkum,
2010 yılında eğitimini almaya başladım. Hatta o dönemde henüz çok yeniyken bir
fotoğrafımda İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından ödüle layık görüldü.
Beni heyecanlandırdı, coşturdu, sanki
becerebilecekmişim olgusu yarattı içimde, becerip becerememek değil tabi mesele
bakış açısıdır fotoğraf, her zaman aynı şeye bakıp farklı şeyler görmenin en
net kanıtıdır.
Seyahat tutkusu ile fotoğraf tutkusu
birbirine karışmış durumda ben de, fotoğraf çekmek için mi yeni yerler görmek
istiyorum. Yoksa yeni yerler görüp fotoğrafını çekmek için seyahat etmek
istiyorum. Ben henüz ayrımını yapamadım, ama ikisi birbirine gebe zaten gezmek
ve fotoğraf muhteşem bir birleşim ve ömrüm oldukça bundan daha yoğun bir şey
istemiyorum…
Spor yapmak bir mecburiyet bana göre
rahatlatmak bedeni sakinleşmek, Pilates yapıyorum uzunca bir süredir. Ama
yüzme, kardiyo bunları da yapıyorum. Hiç bir şey yapamazsam, yürüyüş yaparım…
Sabah çok erken kalkarım, uyumayı
sevmem, miskin miskin yatmayı hiç sevmem…
Çok nadir televizyon izlerim, zaman
kaybı olarak düşünürüm…
Bunlar eşime göre çok kötü özellikler
ama idare ediyoruz…
Evimi çok seviyorum, ikimizde çok
severiz evde vakit geçirmeyi, arkadaşlarımızla birlikte olmayı, evde yemek
yemeği, içki içmeyi, müzik yapmayı, evimin temizliğini yapmak bile bana zor
gelmez her yer tertemiz ve derli toplu olmak zorundadır. J
Dikkatsizliğe, tembelliğe, saygısızlığa
ve sorumsuzluğa hiç tahammülüm olmadığını düşünüyorum.
Aslında bu huylarımı hiç mi hiç sevmiyorum,
keşke insanların tembelliğe ya da sorumsuzluğa daha çok meyilli olduğunu idrak
etsem ve ona göre yaşasam ve kendi yapmaları gereken şeyleri diğer insanların
üzerine yıkarak hayatlarını devam ettiklerini görsem bile bunu çok büyük bir
ayıp gibi karşılamasam belki daha az üzülürdüm şu hayatta…
On beş yaşında bir oğlum var açık
görüşlüyüzdür ikimiz de, birbirimizden bir şey saklamayız.
Fakat ergenliğin kelepçelerinde şu
sıralarda oğlum en kısa sürede daha özgür zamanlar da olacağını ümit ediyorum…
Muhteşem bir adamla evliyim, epey uzun
süredir beraber olmamıza rağmen hala ona aşık olduğumu görmek beni bile
şaşırtan bir gerçek, öte yandan bizim çok farklı bir çift olduğumuzu düşünürüm.
Belki bir çok kişi kendi ilişkisi için
aynı şeyi düşünüyordur, fakat yok yok biz gerçekten farklıyız.
Ben Leyla’yım bir kere büyük aşkların
kadını; o ise İskender; büyük savaşların zafercisi, ikimiz bir yürek olduk ve sonsuz
olmaktır dileğim…
Elindekilerin kıymetini bilip ona göre
yaşamalı insan, kaybetmek çok kolay, kazanmaksa yıllar süren bir süreç. Çok
eski dostlukları olmalı insanın, daraldığında arayacağı sığınacağı biri ya da
birileri olmalı, baktığımda arkama bir iki dostumun olduğunu bilmek iyi gelir
bana, kötü biri değilim diye düşünürüm o vakit.
Son olarak; gene duramadım hafif bir kendimden bahsedeyim
derken durmadı kalemim döküldükçe döküldü kelimeler.
Sonuç olarak baktığımızda zor benle
yaşamak disiplin ister bir kere, fakat
ben de emek veririm sevdiklerime her zaman koyarım taşın altına elimi bana ne
tavrında olamam hiçbir ortam da, saf bir yanım vardır iyi düşünürüm genelde
karşı tarafın kötü düşündüğünü pek idrak edemem…
Leyla’yım ya ondan ötürü…